Hz. Muhammed tarafından en çok sevilen isim idi. Öyleki Mescide geldiklerinde, Hz. Muhammed önünde ayağa kalkmıştır. Bu saygı Hz. Fâtima’nın yüceliğini bildirmesi bakımından kanıttır.
Hz. Muhammed tarafından hakkında söylenmiş pek çok kutlu söz bulunmaktadır. Bazıları şöyledir;
“Ey Fâtima! Allah sana ve senin soyuna cehennemi haram kılmıştır.”
“Allah Fâtima’nın sevincinden sevinç duyar, gazabından gazaba gelir.”
“Fâtima’yı inciden beni incitmiş, beni inciden ise Cenabı Allah’ı incitmiş olur.” (bu hadis Fâtima’yı incitenlere ithaf olunur.)
“Benim soyum Fâtima’dan gelecektir.”
“Fâtima cennet hatunların seyyidesidir.”
Künyesi: Ümmül Hasan, Ümmül Hüseyin, Ümmül Muhsin’dir.
Lakabı: Zehrâ (parıl parıl parlayan),
Sıddıyka (özden bağlı olan),
Tâhire (tertemiz olan),
Betül (her türlü kirden arınmış olan),
Mübareke (kutlanmış olan),
Zekkiye (her kötülükten korunmuş olan),
Râziyye (Allah’ın rızasını kazanmış olan),
Hayrünnisâ (kadınların en hayırlısı),
Seyyide (kadri yüce ve ulu olan).
Alevi-Kızılbaş inancına sahip Anadolu’da her sabah anneler başta olmak üzere güne başlayan her birey güneş doğarken, saf ve tertemiz bir gönülle güneşe döner. Ve şu şekilde dua eder:
Ya Ana Fatma’nın ışığı, sen himmetini çocuklarımızdan, evlatlarımızdan, masumlarımızdan eksik eyleme.
Ya Ana Fatma’nın ışığı sen bizi evlat acısı ile terbiye eylemeyesin.
Ya Ana Fatma’nın ışığı hatamızı kusurumuzu çocuklarımızdan evlatlarımızdan sormayasın.
Ya Ana Fatma’nın ışığı sen kusurumuzu, hatamızı on iki imamın hürmetine bağışlayasın.
Sen hayırlı talih, rızık veresin.
Derdi, kederi çocuklarımızdan uzak eyleyesin.
Arsızı, nursuzu, uğursuzu bizden uzak eyleyesin.
Ya Ana Fatma’nın ışığı sen gözümüzü yolda, tasada koymayasın.
Kızılbaş inancında, Ana Fatma zikredilmeden yapılan gülbank eksik kalır. Ana Fatma bir nur bir sır dır. Bu nur ve sır hakkındı, sadece onda kendini var edenler bilebilirdi bunu. Yani yaradılışın temelindeki Küntü Kenz sırrına mail olanlar sadece Fatıma da ki sırrı görebilirdi. Aslına, Fatıma özün özetiydi.
Muhammet Mustafa’nın göz bebeği, Kutbu alemin Şah-ı Merdan’ın yâri, Cennet-i alanın gençleri olan, Pir İmam Hasan, Hüseyin’in validesi, sır-ı Cebrail, ikrar-ı Güruh-u Naci, feryad-ı Kerbelâ.
Bu inancı, Aşık Veli şöyle dile getirir:
Cihan derya iken âlem su iken
Arşta yeşil kandil nur olmadı mı?
Zöhre yıldızından kırk bin yıl evvel
Kudretten bir top nur olmadı mı?
Ol nur idi üç mürşidin atası
Allah, âşık Muhammet'tir putası
Allah Muhammed Ali'den ötesi
Ol zaman ikisi bir olmadı mı ?
Cenab-ı Hak, Cebrail’i yaratır ve sorar: “Sen kimsin ben kimim?” Cebrail de “Sen sensin, bende benim!” diye yanıtlar. Bunun üzerine Hak onu katından kovar ve “Uç!” diye emreder. Binlerce yıl uçan Cebrail sonunda yorulur ve konacak bir yer ararken Cenab-ı Hak tekrar sorar: “Sen kimsin ben kimim? “Cebrail yine aynı cevabı verir. Tekrar Cenab-ı Hak “Uç!” emrini verir. Tam altı bin yıl daha uçar. Tam gücü tükenmişken, Kudret Kandili’ni diğer bir ifade ile Yeşil Kubbe’li bir makam görür. Oraya konar fakat ne kadar etrafını dolaşsa da kapısını bulamaz. Derken içerden bir ses gelir: “Ya Cebrail niyaz eyle!” Cebrail hemen niyaz eyler ve kapı açılır. Cebrail içeri girer, orada iki nur görür biri Ak biri Yeşil. Bu nurlar seslenir: “Ey Cebrail! Var git o yüceler yücesi Hakk’a. Sana yine sorarsa, şöyle cevap ver: “Sen Mabut ben Mahluk, sen yaradan ben yaratılan de!” Cebrail tekrar uçar ve Hak yine sorar: “Sen kimsin ben kimim?” der. Cebrail, “Sen Yaradansın ben yaratılan. Sen Haksın, ben mahlukum.” Diye cevap verince Hak “Mürşidine rahmet der. Var git Mürşidine.” Der. Cebrail bu sınavını verdikten nice vakit sonra Cenab-ı Hak, Âdem ve Havva’yı yaratır ve onlara Cenneti ihsan eder. Cennete giren Havva’nın güzelliğine güzellik gelir. Âdem, bir gün Havva’nın güzelliğini seyrederken: “Acaba ol yüce Hak, senin güzel yüzünden daha güzel suret nakşetmiş midir?” Ol vakit Hak bargâhından Cebrail'e şu emir geldi: Âdem'i Cennetin yüksek makamlarını seyretmek hidayetine eriştir!
Âdem, Cennet katlarını çıktıkça gördü ki, yüksekçe bir yere kurulmuş bir döşek üstünde, daha önce hiç görmediği giyişiler giyinmiş ve hiç görmediği bir güzellikte genç bir kız oturmaktadır. Başında parlak bir taç, belinde bir kemer ve iki kulağında birer büyük küpe.
Âdem, hayret içinde kalıp: Ey Cebrail, dedi, bu ne güzel kızdır!
Cebrail, cevap verdi: Bu Muhammed Mustafa'nın kızı Fâtıma-i Zehra'dır. Başındaki parlak taç, Nebiler Sultanı Muhammet Mustafa’dır. Belindeki kemer zevci Ali Murtaza ve kulağındaki küpelerden biri Hasan Mücteba ve diğeri Kerbelâ şehitlerinin şahı Hüseyin'dir.
Âdem, sordu:Ey Cebrail! Bunlar, hangi zamanın mahlûklarıdır?
Cebrail, cevap verdi: Ey Âdem! Bunlar sûret âleminde senden sonra zuhur edeceklerdir. Fakat yaradılışları senden evvel vâki olmuştur. (Âşık Fuzuli, Saadete Ermişlerin Bahçesi adlı eserde, bu inancı büyük bir edebi sanatla anlatır.) İşte o vakit, Cebrail kendisine Yeşil Kandilde yardım eden Ak Nuru Fatıma-i Zehra’nın başında, Yeşil Nuru ise belinde ki kemer de görür. O vakit Cebrail mürşidini tanımıştır.
Hz. Fatıma-i Zehra, Hz. Muhammet’in tek, kızıdır. Doğum tarihi ile ilgili çeşitli rivayetler mevcuttur, ama Peygamberlikten beş yıl önce doğduğu en doğru tarih’tir. Bu duruma göre Hz. Fatıma 623 miladi tarih ve 18 yaşında Hz. Ali ile evlenmiştir. Hz. Fatma’nın doğumu da kendisinin teşkil etmiş olduğu inançsal temsili yet içerisinde mucizevî bir şekilde olmuştur. Bu mucize şu şekilde anlatılmaktadır: “Annesi Hz. Hatice doğumu yaklaşınca Haşim oğulları kadınlarına haber göndererek doğumda onlardan kendisine yardım etmesini istemiştir. Fakat Haşimoğulları kadınları buna yanaşmamıştır. Çünkü o, onları dinlememiş Muhammet ile evlenmiştir. Kadınların bu cevabı Hz. Hatice’yi üzmüştür. Fakat Allah onu yalnız bırakmamıştır. Birden uzun boylu, buğday tenli ve haşimoğulları kadınlarına benzeyen dört kadının içeriye girdiğini gördü. Bunlar: Hz. İbrahim’in eşi, Sara, diğeri Mezahim kızı Asiye, diğeri İmran’ın kızı Meryem ötekisi ise Musa’nın kız kardeşi Gülsüm’dür. Hz. Hatice’nin yanında durmuşlar ve doğumuna yardım ederek, doğumu kolaylaştırmışlardı. Sonunda Hz. Fatıma dünyaya gözünü açar ve hemen onu Kevser suyu ile yıkadılar. Sonra sütten daha beyaz, misk ve amberden daha hoş kokulu iki beyaz bez parçasına sardılar. Sonra Fatıma’yı konuşmaya başladı ve dedi ki: “Şehadet ediyorum kuşkusuz ki Allah’tan başka ilah yoktur ve babam Allah Resulü nebilerin ve eşim Ali vasilerin ve iki oğlum Hasan, Hüseyin ise torunların efendisidir.” ( Şeyh Abbas KUMMİ, çevr. Latif YILMAZTEKİN, Hüzünler Evi, Orijinal Adı: Beytu’l-Ehzan fi zikri Ahvalati Seyyidet-i Nisai’l –Alemin Fatımat’ez-Zehra Selamullahi Aleyha, 1.Baskı, Aralık 2007 İstanbul,s.17-19)
Fatıma, Yaşar Nuri ÖZTÜRK’ün değimi ile: çocuğu sütten kesmek, yani annesinin memesinden uzaklaştırmak anlamına gelen “Fatm’’ kökünden türetilmiştir. Hz. Muhammet, bir konuşması sırasında: “Ey Fatıma, bilir misin, seni neden Fatıma diye adlandırdım?” deyince, Fatima, nedenini sordu ve şu cevabı aldı: “Tanrı kıyamet günü seni ve soyunu cehennemden uzak tutacaktır da o yüzden.” (KALELİ, Lütfi, 1995; s.81)
KEVSERİN SIRRI FATIMA
Hz. Peygamber’in erkek çocukları çok küçük yaştayken vefat ederler. O zamanlarda Araplar kız çocuklarını diri diri toprağa gömüyorlardı. Onlar için makbul olan erkek çocuktu. Kız çocuğu uğursuzdu. Böyle bir ortamda erkek çocuklarını kaybeden Muhammet Mustafa, onu küçültmek aşağılamak için Ebter yani soyu kesik diyorlardı. Bunun üzerine Kevser suresi indi ve Cenab-ı Hak bu suresinde şöyle diyordu: “Hiç kuşkusuz, biz sana Kevser’i verdik. O halde Rabbin için dua et, kurban kes. Doğrusu sana buğz eden, soyu kesik olanın ta kendisidir.” Kız çocuklarının hiçe sayıldığı anda soyun için Kevser’i yani Fatıma’yı verdik diyor Cenab-ı Hak. Bazıları buradaki Kevser’den mana ahirette inananlara sunulacak içecek olarak yorumlasalar da surenin mahiyeti itibari ile soya vurgu yapmaktadır. Zaten Kevser’in diğer bir manası soy, bereket, mutluluk anlamlarına gelmektedir. Bu soydan maksat, Arap kültüründeki soy anlayışı değildi. Alevi-Kızılbaş/ yolu- inancında bu soy, Gurüh-u Naciye idi. Hakkın kendi mihman edip, saf nurun tecelli ettiği mekandı.
HZ.ALİ İLE EVLİLİĞİ
Hicretten iki yıl sonra, 18 yaşında iken 21 Mart 624 miladi tarihte Hz. Ali ile evlendirilir. Evlenme olayları kısaca şöyle olur.
Hz. Fâtima’yı pek çok kişi istemiştir. Hz. Resul isteyenlere “Fâtima’nın evlendirilmesi benim iznime bağlı değildir. Allah’a bağlıdır.” Diyerek cevap verir. Evlenme zamanı geldiğinde, Tanrı Cebrail vasıtasıyla emrini bildirir. Emir üzerine Hz. Resul, Hz. Ali’yi çağırarak: Ya Ali! Allah senin ve Fâtima’nın nikâhını dört kutlu meleğin tanıklığında kıymıştır. Bana düşen o’nu sana teslim etmektir. Hazırlığını gör! Diyerek emir verir.
Hz. Ali, Resuli Kibriya’nın bu emrini hemen yerine getirir. Son derece sade bir törenle evlendirirler. Nikâhlarını yeryüzünde Hatem-ül Enbiya Muhammed Mustafa hazretleri kıyar. Böylece hem Tanrı hemde o’nun sevgili elçisinin katında iki kez nikâh kıyılmış olur.
Bu kutlu evliliklerinden Hasan, Hüseyin, Muhsin adında 3 erkek ve Zeynep, Ümmü Gülsüm adında 2 kız çocuğu olur. Çocuklarından en son doğan Muhsin Hz. leri, hilafet kavgası için Hz. Ali’nin evini basan Ömer İbni Hattab tarafından kapı ittirilmek suretiyle şehit edilir. Annesinin kucağında iken üstüne düşen kapı masumun hayatını sona erdirir.
FEDEK HURMALIĞI OLAYI
Hz. Muhammed, Hayber kalelerini alırken, en son Fedek bağlarının olduğu kale kalmıştı orduyu hazırlar ki, son kalan kaleyi de alsın. Fakat Fedek Yahudileri içlerinden bir heyet seçerek, Hz. Muhammed’e şöyle bir başvuruda bulunurlar.
“Biz, sizler ile savaşmak istemiyoruz. Bağlarımızı harap etmeyin, bizi de buradan çıkarmayın. Mülkiyeti sizin olsun. Biz, size ortakçı olarak çalışalım. Bağların bakımını biz yapalım, mahsulü yarı yarıya bölelim” teklifini yaparlar. Hz. Peygamber’de, bunların teklifini kabul eder. Hz. Ali’ye, bunlar ile yazılı anlaşma yapılmasını emir buyurur. Bu yazılı anlaşma ile Fedek bağları Hz. Muhammed’in himayesine geçer. Diğer savaşların ganimetlerinde olduğu gibi, Hayber kalelerinde de elde edilen ganimetin %5’i olarak, sahabeler Fedek hurmalıklarını Hz. Muhammed’in payı olarak verirler. Fedek mülkiyeti, Hz. Muhammed’e geçtikten bir süre sonra, İsra Suresi’nin 26’ıncı ayeti ve Rum Suresi’nin 38’ inci ayetleri gelir. Hz. Muhammed, bu ayetleri öğrenince, aklına en fakir olan Ali ile Fâtima gelir. Bu ayetlerin hükmüne dayanarak, kızı Fâtima’yı çağırır ve Fedek hurmalıklarını yazılı bir hüccet ile Hz. Fatima’nın üzerine kayıt eder. O tarihten sonra, Fedek’teki ortaklar ile Hz. Fâtima ilgilenir ve sahip çıkar. Böylece bu bağların bütün geliri de Hz. Fâtima’ya gelmiş olur. Fakat Halife Ebu Bekir, “Peygamberlerin mirası olmaz, onların bıraktıkları mallar sadakadır” diyerek, Hz. Fâtima’nın mülkü olan Fedek hurmalığını elinden alınmıştır.
Kur’an-ı Kerim ayetlerinde, şöyle buyuruyor. İsra Suresi ayet 26: “Ve âti zil kurba hakkahuilaâhir.” Türkçe anlamı: Kurba’ya kendi hakkını ver. Hz. Peygamber, Cebrail aleyselâma sorar: “Kurba kimdir? Onun hakkı nedir?” Cebrail aleyselâm buyurur ki: “Zil Kurba, Fâtima’dır. Onun hakkı Fedek’tir.”
Bu ayet, Hz. Fâtima anamıza, babasından bir hak sahibi olduğunu ve hakkının verilmesini emrediyor.
Rum Suresi ayet 38: “Yakınlığı olan yoksula, yoldan kalmışa hakkını ver. Allah’ın rızasını bilenler için en hayırlısı budur. Onlar saadete erenlerdir.”
Hz. Fâtima, Fedek’teki vekillerinin çıkarıldığını, babasından kalan malına Ebu Bekir’in el koyduğunu duyunca, doğru Ebu Bekir’e gider.
Ona der ki: “Ne sebeple benim babamın bana verdiği malımı alıyorsun? Bunu bana Allah ve onun Resulü vermiştir. Ne yüzden benim vekilimi Fedek’ten çıkarttın?.” Ebu Bekir: “babanın sana verdiğine şahidin ve ispatın var mı?” diye sorar.
Hz. Fâtima, babası Resullahın, kendisi için yazıp altını tasdiklediği hücceti gösterir. Fakat Ebu Bekir, Peygamber’in altını tasdiklediği hücceti kabul etmez. Hz. Fâtima’dan şahit ister. Hz. Fâtima: “Ey Ebu Bekir! Sen Allah’ın kitabını, Resullah’ın altını tasdiklediği senedini bir tarafa atıp, şahit istiyorsun. Bizde yalan sadır olmaz. Fakat pekâlâ, öyle olsun” diyerek, çıkar gider.
Hz. Fâtima, biraz sonra Cennet ile müjdelenen Ümmî Eğmeni şahit olarak getirir. Ümmî Eğmen diyor ki: “Ben şahidim, Allah peygamber’e, vahy etti. Peygamber de, yazılı hüccetle Fedek mülkünü kızı Fâtima’ya verdi.” Ebu Bekir, onu da kabul etmez. Yeniden başka şahitler getir, der. Bunu üzerine Hz. Fâtima, Hz. Ali’yi, İmam Hasan’ı, İmam Hüseyin’i şahit olarak götürür. Ehli Beyt’in tamamı buna şahitlik ederler ki, “Hz. Muhammed, Allah tan gelen vahyinin hükmüne uyarak, sağlığında, Fedek bağlarını kızı Fâtima’ya verdi.” Ne yazık ki, Ebu Bekir ile Ömer, o bağlar bütün Müslümanların malıdır bahanesiyle, yine geri vermezler.
Hz. Ali der ki: Ey Ebu Bekir! Sen Allah’ın hükmünün hilafına, bir hüküm veriyorsun. Eğer bir Müslüman’ın elinde bir mal olsa, ben de gelip bu mal benimdir desem, sen kimden şahit istersin? Ebu Bekir “senden”, der Ali de “Öyleyse neden Fâtima’dan şahit istiyorsun? O mal onun tasarrufundadır. Gasp eden sizsiniz, sizin şahit göstermeniz gerekir” deyince, Ebu Bekir susar kalır, cevap veremez. Fakat her zamanki gibi, Halife Ömer, sert bir tavırla, “Ey Ali, bu sözleri bırak, bizim seninle karşılıklı fikir yürütmeye gücümüz yetmez. Ne yaparsan yap vermeyeceğiz, bunu bilesiniz” diye, çok sert ve saygısızca cevap verir.
Ümmü Eymen’in ve Hz. Ali’nin şahitliklerini kabul etmeyen Halife Ebu Bekir’e karşı, Hz. Fâtima, Mescide gelerek, mim bere çıkar ve şu konuşmayı yapar, hakkı olan Fedek hurmalığını geri almaya çalışır.
“Ey insanlar! Biliniz ki ben Fâtima’yım ve babam Muhammed Mustafa’dır. Sözün ilkini ve sonunu bilerek söylerim. Konuşmamda, davranışımda lüzumsuz ve münasebetsiz bir şey yoktur ve olmaz. Şimdi siz tutup, benim kendi babamın varisi olmayacağımı söyleyebilir misiniz? Cahiliye ahlâkı ile mi hüküm ediyorsunuz? Yoksa durumu bilmiyor musunuz? Hayır biliyorsunuz.
Şu parıldayan güneş kadar biliyorsunuz ki, ben Peygamberin kızıyım. Ey Abu Kuhâfe’nin oğlu Ebu Bekir, Allah’ın kitabında senin için “Babasına varis olur” yazılı iken, benim için “vâris olmaz” mı yazılı? Çok çirkin bir iş yapıyorsun. Allah’ın Kitabı’nı göz göre göre bir kenara mı atıyorsun? Yoksa Kur’an’ın hükmü benim için geçerli değil mi? Benim ile babam arasında akrabalık ve verâset işlemiyor mu? Mirasla ilgili ayetler size mi özgü? Babam ve ben o ayetlerin dışında mı kalıyoruz? Kur’an size mi, yoksa babama mı inmişti? Yoksa iki Kur’an ve iki din mi var? Ben ve babam bunların ikincisin demiyiz? Yoksa Kur’an-ın inceliklerini siz, babam ve Hz. Ali’den daha mı iyi biliyorsunuz?
Ve siz ey Ensar! Allah’ın Resulü babam, her zaman demez miydi: “Kişinin varlığı evladında korunur.” Ne kadar çabuk unuttunuz, ne kadar acele yeni şeyler icat ettiniz. Ey insanlar! Yaptıklarınız Allah’ın gözü önünde oluyor. Ben size acıklı bir azabı da haber vermiş olan bir nebinin kızıyım. Yaptığınız bu yanlış işler ile Kur’an hükümlerini inkâr etmiş oluyorsunuz. Yapın yapacağınızı ve bekleyin sonucu, biz de bekleyelim.”
Hz. Fâtima, yüzünü Halife Ebu Bekir’e çevirerek, “Ne çabuk bizim hakkımızda gelen ayetleri unuttun? Sen ve senin gibiler hakkında gelen Araf süresinin 179’uncu ayetini hatırlamaya çalış” deyip, ağlayarak çıkar, evine gider. (Araf süresi ayet 179): “Ant olsun ki, cehennem için birçok cin ve insan yarattık. Onların kalpleri var, ama anlayamazlar. Gözleri var, ama görmezler. Kulakları var, ama işitmezler. İşte bunlar sapık olanlardır. İşte bunlar gafildirler, yaptıklarının cezasını göreceklerdir.”
Konuşma bittiğinde mescit birbirine karışmıştı. Hz. Fâtima’nin haklı olduğunu savunanlardan ağlayanlar, isyan edenler ortalığı mahşer yerine çevirmişlerdi. Fakat bu olaylar Halife Ebu Bekir’i ve Ömer’i kararından geri çevirememişti. Onlar Ehli Beyti maddi ve manevi çökertmeye kararlıydılar.
Hz. Fâtima, sağ olduğu müddetçe de Ebu Bekir ile Ömer’e küs kalır ve bir daha onlar ile konuşmaz. Hz. Ali’ye vasiyet eder ki: “Ben ölürsem, Ebu Bekir ile Ömer’i cenazemin üzerine bırakma. Beni gece defin et ki, mezarımın nerede olduğunu dahi bilmesinler.” Hz. Peygamberin sevgili kızını, bu derece gönülden yaralayanlara, Hz. Peygamber şefaat eder mi, bilmem. Takdiri Allah’a kalmıştır.
Bugünkü sohbetimizde Kur’an-ı Kerim’de Yüce Yaratıcının, ilahi bir emir ile insanlığa ilettiği karde ...
Devam“Alevilikte imanın aslı üçtür. Bu üç ilke; “Allah – Muhammed – Ali” dir. “Lâ İlâhe İllâllâh, Muhamme ...
DevamHer yıl zilhicce ayının on sekizinci gününde kutlanan Gadir Hum Bayramı Alevi, Bektaşi, Nusayri ve Ş ...
Devam